İnsan hayatının belki de en unutulmaz anları vedalardan oluşur. Eksilmek, artmaktan daha etkilidir çünkü acı, bir duygu değildir bir sonuçtur. Belirli duyguların bir araya gelerek zihnimize uyguladığı bir baskıdır. Fiziksel bir darbe sonucu hissedilen acıdan daha güçlü olduğu zamanların olması bu yüzdendir. İşte vedalar bu acı kavramının en karmaşık ve zorlu olanını oluşturur. Ölüm en güçlü vedadır çünkü gidenin geri gelme ihtimalini kesinkes ortadan kaldırır. O küçücük tekrar görme ihtimalini Azrail’in yok ettiğini biliriz. Bu yüzdendir ki kalan için bu acının birazını dindirir. Gidenin kendi isteğiyle gitmediğini bilmek bize biraz da olsa güç verir. Bu noktada intihar edenler aklınıza gelebilir. Onların bu vedayı kendi isteğiyle seçmesi zaten birazcık da geride kalanların suçlu olduğuna inanmasındandır ancak konumuz bu değildir. Oğuz Atay ne yazmıştı: “Bir de vedalar albayım, vedalar. Ben vedaları sevmem albayım. Hiç gitmesin insanlar. Hele gelmemek üzere giderlerse, çok üz...
Öfkeliyim, en küçük zerresine kadar yaşıyorum bu duyguyu. Elim kolum bağlanmış gibi hem de. Sanki filistin askısında bana işkence ediliyor. İşkencelere gösterdiğim bağışıklığı da hayretlerini gizleyemiyor işkenceci lavuklar.
Çoçukluğumdan beri kumbarama ufak ufak öfkelerimi atmışım. Şimdi o kumbarada koca bir öfke mevduatı var.
Düşüncelerimin emekleme zamanları, ilk adımları falan geçeli çok oldu ve gayet açık her şey benim için. Sokakta çamurdan pasta yapan çocuk, yemek tariflerine artık çamur ve komşunun kümesinden çalınan yumurtaları değil bolca eleştiri, aldığı kadar farkındalık, kin ve öfke ekliyor...
Bu yazı daha devam edecekti ama yine beni öfkelendiren olaylar ve güzel muhitlerin boktan şehir planlaması gibi programlanmış hayat burada noktalanmasına sebep oldu.
Yorumlar
Yorum Gönder