Ana içeriğe atla

Maruz Kalmak

  İnsan hayatının belki de en unutulmaz anları vedalardan oluşur. Eksilmek, artmaktan daha etkilidir çünkü acı, bir duygu değildir bir sonuçtur. Belirli duyguların bir araya gelerek zihnimize uyguladığı bir baskıdır. Fiziksel bir darbe sonucu hissedilen acıdan daha güçlü olduğu zamanların olması bu yüzdendir. İşte vedalar bu acı kavramının en karmaşık ve zorlu olanını oluşturur. Ölüm en güçlü vedadır çünkü gidenin geri gelme ihtimalini kesinkes ortadan kaldırır. O küçücük tekrar görme ihtimalini Azrail’in yok ettiğini biliriz. Bu yüzdendir ki kalan için bu acının birazını dindirir. Gidenin kendi isteğiyle gitmediğini bilmek bize biraz da olsa güç verir. Bu noktada intihar edenler aklınıza gelebilir. Onların bu vedayı kendi isteğiyle seçmesi zaten birazcık da geride kalanların suçlu olduğuna inanmasındandır ancak konumuz bu değildir. Oğuz Atay ne yazmıştı: “Bir de vedalar albayım, vedalar. Ben vedaları sevmem albayım. Hiç gitmesin insanlar. Hele gelmemek üzere giderlerse, çok üz...

BEN KİMİZ

 “İnsan neyi düşünüyorsa onun içine saplanmıştır. İnsan tüm ruhuyla düşündüğü şeyin içine batmıştır.” Erich From’un, Sevginin ve Şiddetin Kaynağı kitabında yazdığı bu iki cümle üzerine uzun uzun düşünülmesi gereken bir konu. Düşüncelerimize göre yaşıyoruz ancak birçoğumuz ne düşündüğünün farkında mı? Bence değil. Doğumumuzdan itibaren manipüle edilmeye başlıyoruz ve birçok insanın ölümüne kadar sürüyor. Bir hayat yaşıyoruz bunun da kendi hayatımız olmasını isteriz öyle değil mi? Bunun içinde farkında olmak zorundayız. Hayatın kendisinin farkında olmak demek, ölümün farkında olmak demek. İnsan olarak ölüm olgusunu bastırmak isterken yanında yaşamı da bastırıyoruz. Kendimizi bir maraton yarışında görüp sürekli koşmak zorunda hissediyoruz. Hayallerimize koşarken, hayatlarımızı tüketiyoruz. Bu yazının amacı kişisel gelişim zırvalıkları gibi gücünün farkında ol demek değil. Ya da istediğin her şeyi başarabilirsin, sevginin gücünü hisset falan da demeyeceğim. Apollon Tapınağı’nın girişinde yazan cümleden bahsediyorum: “Kendini bil”

Kendini bilmek ise sadece öfkeli, duygusal, mutsuz gibi duyguları bilmekten çok daha fazlasıdır. Önce “ben kimim”sorusunu yanıtlamak zorundasın. Bu yanıt kimin? Senin mi, bir dizi karakterinin mi? Bunu da araştırmalısın. Sonra potansiyelini analiz etmelisin. Bunu da fallardan, falcıdan, internetteki kişilik analiz testinden yapmamalısın. Çevreni dikkatle incelemelisin, maddi manevi tüm detaylarını değerlendirmelisin. Kendini bil’diğin zaman, kendi hayatını yaşamaya başlayabilirsin. Düşüncelerini o zaman güzel temeller üzerine koyabilirsin. Ve bunu birazcık başardığın zaman Twitter’da yazılan her cümleye inanmamak gibi basit ancak etkili meziyetler kazanabilirsin. 

Benim bunların hepsini yapıp yapmadığımı sorgulamayı bırak lütfen, bunun ne önemi var. Zira ben bu cümleleri sana değil, kendime yazıyorum.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Cahil Filozof Voltaire

Bazı kitapları okursunuz bazı kitapları yaşarsınız. Bazı kitaplarda ise ararsınız. Ben hep yazarıyla birlikte aradığım kitapları okumak istemişimdir. Güneşli bir İzmir sonbaharında, birkaç işimi halletmek için dışarı çıkmıştım. Bir de kitap alıp sakin bir kafede, kahve içerken okumayı düşündüm. Ancak ne alacağımı bilmiyorum. Dedim ya, aramayı seviyorum. İş Bankası Kültür Yayınları’nın Karşıyaka şubesine götürdü adımlarım beni. Ne alacağımı bilmiyorum, bakıyorum etrafa. Bir süre dolandıktan sonra sanırım kahve içtiğim sürede bitirebileceğim bir kitap istediğimden, ince kitaplara bakıyorum. Cahil Filozof'la tanışmam bu şekilde oldu. Kapağı açtım. İlk cümleyi okudum. “Sen kimsin?” Hemen aldım.  Cahil filozof, “İlk Şüphe” ile başlar, “Aklın Başlangıcı”yla biter. Voltaire’in ömrünün son yılları diyebileceğimiz, yetmişiki yaşında yazdığı bu kısacık kitabı bitirdiğinizde aslında bir arayış değil, bir fark ediş olduğunu anlıyorsunuz. Voltaire’in zihin otobiyografisi gibi de yorumlanabilece...

Maruz Kalmak

  İnsan hayatının belki de en unutulmaz anları vedalardan oluşur. Eksilmek, artmaktan daha etkilidir çünkü acı, bir duygu değildir bir sonuçtur. Belirli duyguların bir araya gelerek zihnimize uyguladığı bir baskıdır. Fiziksel bir darbe sonucu hissedilen acıdan daha güçlü olduğu zamanların olması bu yüzdendir. İşte vedalar bu acı kavramının en karmaşık ve zorlu olanını oluşturur. Ölüm en güçlü vedadır çünkü gidenin geri gelme ihtimalini kesinkes ortadan kaldırır. O küçücük tekrar görme ihtimalini Azrail’in yok ettiğini biliriz. Bu yüzdendir ki kalan için bu acının birazını dindirir. Gidenin kendi isteğiyle gitmediğini bilmek bize biraz da olsa güç verir. Bu noktada intihar edenler aklınıza gelebilir. Onların bu vedayı kendi isteğiyle seçmesi zaten birazcık da geride kalanların suçlu olduğuna inanmasındandır ancak konumuz bu değildir. Oğuz Atay ne yazmıştı: “Bir de vedalar albayım, vedalar. Ben vedaları sevmem albayım. Hiç gitmesin insanlar. Hele gelmemek üzere giderlerse, çok üz...

Aysel Gitmesen Olmaz Mı

“Ne zaman bir dolunay görsem, dün gece ondan önceki gece... Gezegenler arasında parlaklığını ispatlamış. Sadece tek biriyle özdeş...” Attila ilhan, Aysel git başımdan derken, kafasının içini kastetmişti. Olmayan bir Aysel’den bahsediyordu. Yıldızlar kadar uzak, gözüyle görebileceği kadar yakın, tüm kalbiyle hissedebileceği kadar derin. Aysel’ler gitmese dünya daha güzel bir yer olabilirdi bence. Herkesin Aysel’i yanı başında olmalıydı. Buradan bütün Aysel'lere sesleniyorum gitmeyin. Gitmeyin ki, ne yıldızlara gözyaşı dökülsün ne de dolunaya şiirler yazılsın. İnsanın içinde bir sevgi olmasa kimseyi sevemez. Bu sevgiler öldüğü için dünya hep çirkin bir yer olarak kaldı çünkü tüm güzellikler Aysel’le beraber gitti. Tolstoy; “Tüm muhteşem hikayeler iki şekilde başlar: Ya bir insan yolculuğa çıkar, ya da şehre bir yabancı gelir,” demişti. Demişti de, Üstadın hesaba katmadığı ise Aysel’in gitmesiydi. Aysel gidince ne şehir kalırdı ne de hikaye... Sizin de anladığınız üzere bu yazının...