Ana içeriğe atla

Maruz Kalmak

  İnsan hayatının belki de en unutulmaz anları vedalardan oluşur. Eksilmek, artmaktan daha etkilidir çünkü acı, bir duygu değildir bir sonuçtur. Belirli duyguların bir araya gelerek zihnimize uyguladığı bir baskıdır. Fiziksel bir darbe sonucu hissedilen acıdan daha güçlü olduğu zamanların olması bu yüzdendir. İşte vedalar bu acı kavramının en karmaşık ve zorlu olanını oluşturur. Ölüm en güçlü vedadır çünkü gidenin geri gelme ihtimalini kesinkes ortadan kaldırır. O küçücük tekrar görme ihtimalini Azrail’in yok ettiğini biliriz. Bu yüzdendir ki kalan için bu acının birazını dindirir. Gidenin kendi isteğiyle gitmediğini bilmek bize biraz da olsa güç verir. Bu noktada intihar edenler aklınıza gelebilir. Onların bu vedayı kendi isteğiyle seçmesi zaten birazcık da geride kalanların suçlu olduğuna inanmasındandır ancak konumuz bu değildir. Oğuz Atay ne yazmıştı: “Bir de vedalar albayım, vedalar. Ben vedaları sevmem albayım. Hiç gitmesin insanlar. Hele gelmemek üzere giderlerse, çok üz...

Aklınla Sev Kalbinle Yaşat

 İnsan neden sever? İnsan neyi sever? İnsan neden sevmeli? İnsanlar neden hep sevilmek ister? Bu soruları çoğaltabiliriz lakin gerek yok. Önce yapmamız gereken sevginin ne olduğunu değil, ne olmadığını sorgulamaktır. Sevgi; namus, töre diyerek sevdiğini öldürmek değildir mesela. Bu eteği giyemezsin, benim hayatımda olacaksan annenden başka kadınla görüşmemelisin demek de değil. Sevgi beraberinde kıskançlığı, kısıtlamayı, şüpheyi getirmez.  Bu yazı da asla sevginin tanımını göremeyeceksiniz. Bu amaçla gelenler için yazı bitmiştir...

 

                                                                 -SON-

 

 

Okumaya devam ediyorsanız,  tüm sevgi tanımlamalarını reddediyorsunuz demektir. Bütün tanımlamalar sadece anlamı daraltır ve özellikle soyut kavramlarda. Bu hataya düşmemek için sevginin ne olduğuna değil, ne olmadığına bakmalıyız. Başka bir deyişle sevginin anlamını daraltmak yerine, yüzyıllardır yazılan, çizilen, anlatılan ama asla anlaşılmayan aynı zamanda “hepimizde fazlasıyla olan!” duygumuza karşı, bakışımızı genişletmeliyiz.  Peki bunu nasıl yapacağız bu yazı da bunu da bulamayacaksınız... “Tamam da bu yazı da ne bulacağız?” Dediğinizi duyuyorum. Kendinizi bulacaksınız en azından öyle olmasını ümit ediyorum.

En çok sevdiğiniz şeye bakın, siz oradasınız ve orada olmak isteyip istemediğinizi kendinize sorun, cevabınız olumluysa sizin için bu yazı bitmiştir. Hoşça kalın...

Sanıyorum her şeyi hazır bekleyen, okuyup hemen öğrenmeyi hedefleyenlerden arındıysak, devam edebiliriz.  Yerküredeki olguların tamamı gibi sevgi de inanmakla başlar. Hissetmekle devam eder, mantıkla biter.  Bin yıllardır sevgi, mantıktan ayrı düşünülüp bu doğrultuda  davranılmıştır. Bu yanlıştır. Doğrusunu kim söyleyecek peki? Mantık...

Sevgi, beyinde başlar. Kalpte devam eder. Peki bu nasıl olur? Şimdi size bir kitaptan bahsetmek istiyorum. “Beş Sevgi Dili”, yazarı Gary Chapman. Yazarın hayatından bahsetmeyeceğim, kitap öyle çok kapsamlı ya da bilimsel verilere dayanmıyor. Gözlemlerini ve başından geçenleri anlattığı bir eser. Sevgi Dili diye bir kavramdan bahsediyor. “... Eğer sevginizi, eşinizin anlamadığı bir dilde ifade ediyorsanız, sevgi gösterdiğinizi hiç anlamayacaktır. Sorun iki ayrı dil konuşmanızdadır.” Bizi ilgilendiren kısmı ise tam olarak burasıdır. Üniversite 2. Sınıfta Felsefe tarihi  dersindeki final sorumuz: “Seni seviyorum diyen insana ne cevap verilmelidir?” İdi. Cevap ise: “Senin için sevgi ne anlama geliyor?” sorusunu sormamız gerektiğiydi. Aslında çözüm bu kadar basit, hatamız, birisinin çıkıp sevginin ne olduğunu bize anlatmasını beklememiz. Hepimiz ilk önce kendisine: “Sevgi benim için ne anlam ifade ediyor?” sorusunu sormalı, cevabını bulmaya çalışmalıdır. Sonra aynı soruyu bizi sevdiğini söyleyen insanlara sormamızdır. İşte bu noktada sevmek önce inanmakla değil, mantıkla başlar. Duygular, yargılarımızı olumsuz etkiler. Sevgimizi mantığımızla harmanlarsak, duygumuzla değil, mantığımızla sevmiş oluruz. Bu da doğru kişiyi ya da nesneyi sevmemizi olanaklı kılar. Sevgin zamanla artmıyorsa bir şeyler yanlış gidiyordur.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Cahil Filozof Voltaire

Bazı kitapları okursunuz bazı kitapları yaşarsınız. Bazı kitaplarda ise ararsınız. Ben hep yazarıyla birlikte aradığım kitapları okumak istemişimdir. Güneşli bir İzmir sonbaharında, birkaç işimi halletmek için dışarı çıkmıştım. Bir de kitap alıp sakin bir kafede, kahve içerken okumayı düşündüm. Ancak ne alacağımı bilmiyorum. Dedim ya, aramayı seviyorum. İş Bankası Kültür Yayınları’nın Karşıyaka şubesine götürdü adımlarım beni. Ne alacağımı bilmiyorum, bakıyorum etrafa. Bir süre dolandıktan sonra sanırım kahve içtiğim sürede bitirebileceğim bir kitap istediğimden, ince kitaplara bakıyorum. Cahil Filozof'la tanışmam bu şekilde oldu. Kapağı açtım. İlk cümleyi okudum. “Sen kimsin?” Hemen aldım.  Cahil filozof, “İlk Şüphe” ile başlar, “Aklın Başlangıcı”yla biter. Voltaire’in ömrünün son yılları diyebileceğimiz, yetmişiki yaşında yazdığı bu kısacık kitabı bitirdiğinizde aslında bir arayış değil, bir fark ediş olduğunu anlıyorsunuz. Voltaire’in zihin otobiyografisi gibi de yorumlanabilece...

Maruz Kalmak

  İnsan hayatının belki de en unutulmaz anları vedalardan oluşur. Eksilmek, artmaktan daha etkilidir çünkü acı, bir duygu değildir bir sonuçtur. Belirli duyguların bir araya gelerek zihnimize uyguladığı bir baskıdır. Fiziksel bir darbe sonucu hissedilen acıdan daha güçlü olduğu zamanların olması bu yüzdendir. İşte vedalar bu acı kavramının en karmaşık ve zorlu olanını oluşturur. Ölüm en güçlü vedadır çünkü gidenin geri gelme ihtimalini kesinkes ortadan kaldırır. O küçücük tekrar görme ihtimalini Azrail’in yok ettiğini biliriz. Bu yüzdendir ki kalan için bu acının birazını dindirir. Gidenin kendi isteğiyle gitmediğini bilmek bize biraz da olsa güç verir. Bu noktada intihar edenler aklınıza gelebilir. Onların bu vedayı kendi isteğiyle seçmesi zaten birazcık da geride kalanların suçlu olduğuna inanmasındandır ancak konumuz bu değildir. Oğuz Atay ne yazmıştı: “Bir de vedalar albayım, vedalar. Ben vedaları sevmem albayım. Hiç gitmesin insanlar. Hele gelmemek üzere giderlerse, çok üz...

Aysel Gitmesen Olmaz Mı

“Ne zaman bir dolunay görsem, dün gece ondan önceki gece... Gezegenler arasında parlaklığını ispatlamış. Sadece tek biriyle özdeş...” Attila ilhan, Aysel git başımdan derken, kafasının içini kastetmişti. Olmayan bir Aysel’den bahsediyordu. Yıldızlar kadar uzak, gözüyle görebileceği kadar yakın, tüm kalbiyle hissedebileceği kadar derin. Aysel’ler gitmese dünya daha güzel bir yer olabilirdi bence. Herkesin Aysel’i yanı başında olmalıydı. Buradan bütün Aysel'lere sesleniyorum gitmeyin. Gitmeyin ki, ne yıldızlara gözyaşı dökülsün ne de dolunaya şiirler yazılsın. İnsanın içinde bir sevgi olmasa kimseyi sevemez. Bu sevgiler öldüğü için dünya hep çirkin bir yer olarak kaldı çünkü tüm güzellikler Aysel’le beraber gitti. Tolstoy; “Tüm muhteşem hikayeler iki şekilde başlar: Ya bir insan yolculuğa çıkar, ya da şehre bir yabancı gelir,” demişti. Demişti de, Üstadın hesaba katmadığı ise Aysel’in gitmesiydi. Aysel gidince ne şehir kalırdı ne de hikaye... Sizin de anladığınız üzere bu yazının...