Ana içeriğe atla

Maruz Kalmak

  İnsan hayatının belki de en unutulmaz anları vedalardan oluşur. Eksilmek, artmaktan daha etkilidir çünkü acı, bir duygu değildir bir sonuçtur. Belirli duyguların bir araya gelerek zihnimize uyguladığı bir baskıdır. Fiziksel bir darbe sonucu hissedilen acıdan daha güçlü olduğu zamanların olması bu yüzdendir. İşte vedalar bu acı kavramının en karmaşık ve zorlu olanını oluşturur. Ölüm en güçlü vedadır çünkü gidenin geri gelme ihtimalini kesinkes ortadan kaldırır. O küçücük tekrar görme ihtimalini Azrail’in yok ettiğini biliriz. Bu yüzdendir ki kalan için bu acının birazını dindirir. Gidenin kendi isteğiyle gitmediğini bilmek bize biraz da olsa güç verir. Bu noktada intihar edenler aklınıza gelebilir. Onların bu vedayı kendi isteğiyle seçmesi zaten birazcık da geride kalanların suçlu olduğuna inanmasındandır ancak konumuz bu değildir. Oğuz Atay ne yazmıştı: “Bir de vedalar albayım, vedalar. Ben vedaları sevmem albayım. Hiç gitmesin insanlar. Hele gelmemek üzere giderlerse, çok üz...

Ateşe Kendimiz Ulaşacağız


Mitoloji denince akla gelen Yunan’dan günümüze kalan en müstesna titan, akıllı, kurnaz ve en önemlisi insan dostu olarak nitelendirilen Prometheus. O, güç ve kudretin mutlak iktidarı nesli titanları karşısına alıp Olimpos Tanrılarının yanında yer alacak kadar akıllı ama aynı Tanrılardan ateşi çalarak insanlara verecek kadar merhametliydi.

Prometheus, ateşi tanrılardan çalıp insana vermişti.
İnsanoğlunun kaderini kendinin yazması için.




Akıllı, kurnaz, yaratıcı ve en önemlisi insan dostu olarak nitelenebilecek Prometheus.

Güç ve kudretin mutlak iktidarı, titanlara karşı savaşıp bu iktidarın hâkimiyetini ele alan Olimpos Tanrıları’nın aksine bilginin tarafları olmayı yeğlemiştir. Prometheus, “önceden gören” anlamına gelen adının hakkını vererek titan olmasına karşın titanların mağlubiyetini görmüş Olimpos Tanrıları’nın yanında yer almıştır. Diğer taraftan bakacak olursak intikamının başlangıcını yapmıştır da diyebiliriz. Sonuçta geleceğin paralelinde bir görüye sahiptir.

Prometheus, gözyaşlarını akıttığı kile şekil vererek insanın suretini oluşturmuş ve yaşam nefesini bu balçıktan suretin içine dolduran da kendisi olmuştur.

Ve insan çırılçıplak, aciz bir şekilde acı içinde başlamıştır ıstırap dolu talihine. Var olan bütün mucizelerden de bihaberdir. Bu hikâyede de insan tam anlamıyla bir mankafadır anlaşılan.

Bu kurulan yeni düzen Zeus’un sert, insafsız ve keyfine göre yönettiği egemenliği küçük düşürmüştü. Zorba Tanrıların iktidarının istekleri doğrultusunda gerçeklememişti. Zeus bu onurunu kıran hareket karşısında ateşi insanlara vermedi. Ateş deyip geçmeyelim. Bu ateş korkuları yok eden bir koruyucu, hayatın temel taşı ve uygarlığı daima ileri taşıyacak bilgiydi. Prometheus’un gönlü elbette buna razı gelmedi. Ateşi Tanrılardan çaldı ve insanlara verdi. Bunun bedeli onun için ağır olacaktı. Zeus, Prometheus’u Kafkas Dağları’nda bir yalçın kayaya zincirletip, emrettiği bir kartala da her gün karaciğerini yedirtecekti. Prometheus’un karaciğeri her günün sonunda yeniden oluşacak ve ertesi günün başlangıcında aynı acıyı tekrardan yaşayacaktı.  İnsanlar ateşin yaratıcı ve yapıcı hikmetiyle uygarlığın başlangıcını sağlam bir şekilde yaparken diyetini Prometheus ödüyordu.

Yıllar boyunca süren bu acıyı Zeus’un oğlu Herakles bitirir. Prometheus, Herakles onu kurtardıktan sonra ona “ Zeus tahtından düşmedikçe işkencelerimin sonu yoktur” demiş. Bu sözleriyle özgürlüğe nasıl ulaşacağını, ona giden yolu anlatıyordu.

Prometheus efsanesinde, insan uygarlığına özgürlüğün kapılarını açanlar ile tüm imkânları sıkıca avuçlarında tutan güç ile çatışma söz konusudur.

Simgesel olarak Prometheus’un ateşi insanlara ulaştırması da bir devrimin başlangıcıydı. Ateş ile insanlık bilgiye doğal olarak yapıcı ve yaratıcı yönüne kavuşup iktidar sahiplerine direnecek, özgürlüğüne kavuşacaktı. Efsanelerin kulaktan kulağa anlatılarak ulaştığı bu yangın yeri günümüzde ne Prometheus elini uzatacak insanoğluna ne de ateşe ihtiyacımız var. Buna rağmen kafamızı çevirdiğimizde kifayetsiz muhterislere bel bağlamış birkaç ahmak görmemek elde değil. Oysaki bilgiye, özgürlüğe giden yol apaçık önümüzde duruyor.


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Cahil Filozof Voltaire

Bazı kitapları okursunuz bazı kitapları yaşarsınız. Bazı kitaplarda ise ararsınız. Ben hep yazarıyla birlikte aradığım kitapları okumak istemişimdir. Güneşli bir İzmir sonbaharında, birkaç işimi halletmek için dışarı çıkmıştım. Bir de kitap alıp sakin bir kafede, kahve içerken okumayı düşündüm. Ancak ne alacağımı bilmiyorum. Dedim ya, aramayı seviyorum. İş Bankası Kültür Yayınları’nın Karşıyaka şubesine götürdü adımlarım beni. Ne alacağımı bilmiyorum, bakıyorum etrafa. Bir süre dolandıktan sonra sanırım kahve içtiğim sürede bitirebileceğim bir kitap istediğimden, ince kitaplara bakıyorum. Cahil Filozof'la tanışmam bu şekilde oldu. Kapağı açtım. İlk cümleyi okudum. “Sen kimsin?” Hemen aldım.  Cahil filozof, “İlk Şüphe” ile başlar, “Aklın Başlangıcı”yla biter. Voltaire’in ömrünün son yılları diyebileceğimiz, yetmişiki yaşında yazdığı bu kısacık kitabı bitirdiğinizde aslında bir arayış değil, bir fark ediş olduğunu anlıyorsunuz. Voltaire’in zihin otobiyografisi gibi de yorumlanabilece...

Maruz Kalmak

  İnsan hayatının belki de en unutulmaz anları vedalardan oluşur. Eksilmek, artmaktan daha etkilidir çünkü acı, bir duygu değildir bir sonuçtur. Belirli duyguların bir araya gelerek zihnimize uyguladığı bir baskıdır. Fiziksel bir darbe sonucu hissedilen acıdan daha güçlü olduğu zamanların olması bu yüzdendir. İşte vedalar bu acı kavramının en karmaşık ve zorlu olanını oluşturur. Ölüm en güçlü vedadır çünkü gidenin geri gelme ihtimalini kesinkes ortadan kaldırır. O küçücük tekrar görme ihtimalini Azrail’in yok ettiğini biliriz. Bu yüzdendir ki kalan için bu acının birazını dindirir. Gidenin kendi isteğiyle gitmediğini bilmek bize biraz da olsa güç verir. Bu noktada intihar edenler aklınıza gelebilir. Onların bu vedayı kendi isteğiyle seçmesi zaten birazcık da geride kalanların suçlu olduğuna inanmasındandır ancak konumuz bu değildir. Oğuz Atay ne yazmıştı: “Bir de vedalar albayım, vedalar. Ben vedaları sevmem albayım. Hiç gitmesin insanlar. Hele gelmemek üzere giderlerse, çok üz...

Aysel Gitmesen Olmaz Mı

“Ne zaman bir dolunay görsem, dün gece ondan önceki gece... Gezegenler arasında parlaklığını ispatlamış. Sadece tek biriyle özdeş...” Attila ilhan, Aysel git başımdan derken, kafasının içini kastetmişti. Olmayan bir Aysel’den bahsediyordu. Yıldızlar kadar uzak, gözüyle görebileceği kadar yakın, tüm kalbiyle hissedebileceği kadar derin. Aysel’ler gitmese dünya daha güzel bir yer olabilirdi bence. Herkesin Aysel’i yanı başında olmalıydı. Buradan bütün Aysel'lere sesleniyorum gitmeyin. Gitmeyin ki, ne yıldızlara gözyaşı dökülsün ne de dolunaya şiirler yazılsın. İnsanın içinde bir sevgi olmasa kimseyi sevemez. Bu sevgiler öldüğü için dünya hep çirkin bir yer olarak kaldı çünkü tüm güzellikler Aysel’le beraber gitti. Tolstoy; “Tüm muhteşem hikayeler iki şekilde başlar: Ya bir insan yolculuğa çıkar, ya da şehre bir yabancı gelir,” demişti. Demişti de, Üstadın hesaba katmadığı ise Aysel’in gitmesiydi. Aysel gidince ne şehir kalırdı ne de hikaye... Sizin de anladığınız üzere bu yazının...